Benim Cinsiyetim Yok.
+2
FindaSoul4$ale
MetatroN
6 posters
AnimeManganTR :: KÜLTÜR-SANAT :: Felsefe
1 sayfadaki 1 sayfası
Benim Cinsiyetim Yok.
Cinsiyet, özel ve sık örüntüsü ve çok erken yaşta öğretilmesi dolayısıyla, otoritenin en köklü dayanak noktalarından biridir. Bu masum ve akılcı kılıflar giydirilerek bize öğretilen ve içselleştirdiğimiz kavram, bu nedenle otoriteye direniş bakımından, yıkıcı bir düşünce ve eylemsellik gerektiren bir noktada bulunur. Bu yapının yıkımı için öncelikle onu doğru çözümlemek ve anlamak gerekir.
Seks; genlerle belirlenen tür içinde ki cins ayrımıdır, dişi-erkek arasında ki fizyolojik ve morfolojik farklılığı belirtir. Cinsiyet(gender) ise; erkek ve dişi arasında ki ruhsal, toplumsal ve kültürel farkları betimlemek için kullanılır. Bu farkların oluşumu içsel süreçlerden çok, toplumsal belirlenimlere dayanır. Bu sosyal etki kişiye toplumun dayattığı ve oynamasını beklediği rollerden oluşur. Yani toplumsal (dolayısıyla kültürel) beklentinin kişide ki yansımasıdır. Bu nedenle cinsiyet kavramının seks ile karışmaması bakımından –toplumsal cinsiyet- kavramını kullanmak daha uygun olacaktır.
Toplumsal cinsiyetin yaşamımız üzerinde bu denli belirleyici rol oynaması birkaç etkenle açıklanabilir. Bunlardan birincisi cinsiyetin öğrenilme dönemi ve süreciyle ilgilidir. Anne ve baba figürlerinden, büyük yaşta ki insanların bebeğe davranışına kadar birçok faktör, ortalama 2 yaş civarında, çocuğun toplumsal cinsiyetine dair fikir edinmesini sağlar. Bu dönemden sonrada cinsiyete göre oyuncaklar, resimli kitaplarda ki kız ve erkek çocukların uğraşları ve çizilen karakterleri, sonrasında özellikle televizyonla empoze edilen; edilgen-zavallı kız, etken-korumacı erkek tiplemeleri, kadının anne ya da eş dışında hiçbir rol ile gösterilmemesi şeklinde yoğun bombardıman başlar. Çocuk bu işlemlerle yontulup rafine edildikten sonra, okul süreciyle de ambalajlanarak kadın ya da erkek kimliğiyle topluma sunulur.
Ancak bu öğrenme süreci cinsiyetin zihinlere kazınması bakımından yeterli değildir. Devamlılık için “toplumsal yeniden üretim” mekanizması işlemeye başlar. Gün boyunca, binlerce eylemimiz içinde toplumsal cinsiyeti yeniden üretiriz. Giyimimiz, selamlaşma tarzımız, konuşmalarımız, ilişki biçimlerimiz ve hatta amaçlarımızla bile cinsiyeti yeniden ve yeniden üretiriz; ta ki cinsiyetle etiketlenmemiş hiçbir aktivitemiz kalmayana dek...
Toplumsal cinsiyetin sonucu sandığımızdan çok daha ağırdır. Öncelikle bir tahakküm aracıdır. Bir cinsin diğerine iktidarı sonucu, doğduğumuz andan itibaren yarı yarıya olasılıkla ya köle ya da efendi oluruz. Ki bu durum sadece kadın için değil erkek içinde, kısıtlayıcılığı itibariyle oldukça acıklı sonuçlar doğurur. Birey öznesini ötekileştirmek, bireysel isteklerini sınırlamak, kimliğinin kalıbına uygun biçimde hareket etmek ve sonuçta kendine yabancılaşmak zorunda kalır. Birçok iktidar odağı (erkek cins ya da devlet) toplumsal cinsiyeti sorgulayan, reddeden ve bu kalıbın dışına çıkmak isteyen bireylere karşı genel ahlak kurumlarıyla ve dinle baskı kurmaya çalışır. Bunların işlerliğini yitirdiği durumlar cinsiyet farklılığının sekse bağlı olarak kaçınılmaz olduğunu öne süren bu teorilerden en bilineni “biyolojik indirgemeci” modeldir. Bu düşüncede özellikle testosteronun (erkeklik hormonu olarak bilinir) erkeklerde kadınlara göre daha yüksek oluşunun doğal agresyona neden olduğu ileri sürülür. Goldberg, testosteronun erkeklerdeki yüksekliğinin, onların “saldırganlık üstünlüğüne” sahip olmasını ve evrim süreci içinde kaçınılmaz olarak, erkeğin kadına üstünlük sağlayacağını bildirir. Bu hipotez açıkça biyolojinin sosyolojiye yansıtılmasıdır. Ki bu durumda bakış açısı zavallılığı bakımından sosyal darwinizmden farklı değildir.
Ayrıca bu tezin, bilimsel çalışmalarla elde edilmiş bir çok anti-tezi de mevcuttur. Öncelikle ergen dönem sonrası yükselen testosteronun, kişiler arası kan düzeyleri çok farklıdır. Bu da erişkin erkeklerde yapılan çalışmalardan tutarlı sonuçlar elde etmeyi güçleştirir. Bu nedenle kandaki hormon seviyelerinin en sabit olduğu ergenlik öncesi dönemdeki, agresif erkek çocuklar üzerinde 1997-1998 yılları arasında Çukurova Üni. Tıp. Fak. Çocuk Psik. ABD tarafından yapılan çalışmadan elde edilen sonuç: Testosteron-saldırganlık, agresyon ilişkisinde bir nedensellik bulunamadığıdır. Yine 1992 yılında McCoul ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmadan, duygu durumdaki değişmelerin insanlarda birkaç saatten – birkaç güne dek sürebilen testosteron artışlarına neden olduğu; yani testosteron düzeylerinin agresyonun bir nedeni değil sonucu olabileceği bildirilmiştir.
Biyolojik belirlenimcilik ile de cinsler arası tahakkümün “doğal” olduğunu açıklayamayan ataerkil düşünce, bu kez sosyolojik alanda cinsiyetin devamlılığını sağlamaya çalışmıştır. Devlet, “aile” kurumunu yücelterek, kadın ve erkek rollerinin korunmasını sağlar. Çünkü “kutsal aile” dominant erkek rolü için gerekli oyun sahnesini oluşturur. Aile biriminin, düzenli düzeyli toplum için gerekliliği sürekli vurgulanır. Üstelik aile ahlakın temeline oturtularak, aile dışı ilişki biçimlerininde toplum çoğunluğunun bizzat kendisi tarafından dışlanması sağlanır. Aile hem rollerin idamesi, hem ilişkilere yasa onayı, hem de sonrasında devleti bireysel kararlar üzerinde birebir söz sahibi olabilmesi bakımından; hem ahlaki hem hukuki önemli bir baskı aracıdır. Kutsal aileyi dejenere edecek her tür etken (örneğin eşcinseller, evlilik dışı doğan çocuklar, vs.) kötücül imajlarla damgalanarak toplumun dışına tutulmaya çalışılır.
Cinsiyet bölümlemesinin korunabilmesi için sistem tarafından alınan bunca önlem; cinsiyetin, onun işlerliğine sağladığı katkıyı kavramak için yeterlidir.
Peki ataerkil otoritenin, boynumuza geçirdiği, kendimize bu kadar yabancılaşmamızı sağlayan ve zararları bu denli bariz olan bu yuları koparmak için neler yapılabilir?
Öncelikle cinsiyetin tanımını ve temelini oluşturan kadın-erkek ikiliğinden sıyrılmak gerekir. Bu bağlamda kadın-erkeğin hukuki eşitliğini savunan liberal görüşlerde, bu kutuplaşmanın en baştan kabulü anlamına gelir. Ki bu da, sadece otoritenin bize izin verdiği düzlemde ve çizdiği sınırlar içinde çırpınmanın ötesinde bir eylem olamaz. Kadın-erkek kategorizasyonunu yoksayarak yani cinsiyetin topyekün reddiyle; kişinin sadece bir birey oluşuyla, kendi yaşam ve düşünce özgürlüğüne sahip olduğu benimsenmelidir. Tüm sınır ve kategorilerin ötesindeki birey ancak azami derecede özgür, yani “kendisi” olabilir.
Bireyin birey üzerinde, toplumun birey üzerinde tahakkümü adına; kişiliğimizin ardına kadar açık bırakılmış taciz kapısıdır toplumsal cinsiyetimiz. Kişiliğimiz ve birey olabilme hakkımız, bu açık kapıda girenlerce kolayca gasp edilir. Toplumsal cinsiyete, benliğimizi korumak adına, geç kalmış bir red ve başkaldırı borçluyuz!
Lilith Noir
2004
Seks; genlerle belirlenen tür içinde ki cins ayrımıdır, dişi-erkek arasında ki fizyolojik ve morfolojik farklılığı belirtir. Cinsiyet(gender) ise; erkek ve dişi arasında ki ruhsal, toplumsal ve kültürel farkları betimlemek için kullanılır. Bu farkların oluşumu içsel süreçlerden çok, toplumsal belirlenimlere dayanır. Bu sosyal etki kişiye toplumun dayattığı ve oynamasını beklediği rollerden oluşur. Yani toplumsal (dolayısıyla kültürel) beklentinin kişide ki yansımasıdır. Bu nedenle cinsiyet kavramının seks ile karışmaması bakımından –toplumsal cinsiyet- kavramını kullanmak daha uygun olacaktır.
Toplumsal cinsiyetin yaşamımız üzerinde bu denli belirleyici rol oynaması birkaç etkenle açıklanabilir. Bunlardan birincisi cinsiyetin öğrenilme dönemi ve süreciyle ilgilidir. Anne ve baba figürlerinden, büyük yaşta ki insanların bebeğe davranışına kadar birçok faktör, ortalama 2 yaş civarında, çocuğun toplumsal cinsiyetine dair fikir edinmesini sağlar. Bu dönemden sonrada cinsiyete göre oyuncaklar, resimli kitaplarda ki kız ve erkek çocukların uğraşları ve çizilen karakterleri, sonrasında özellikle televizyonla empoze edilen; edilgen-zavallı kız, etken-korumacı erkek tiplemeleri, kadının anne ya da eş dışında hiçbir rol ile gösterilmemesi şeklinde yoğun bombardıman başlar. Çocuk bu işlemlerle yontulup rafine edildikten sonra, okul süreciyle de ambalajlanarak kadın ya da erkek kimliğiyle topluma sunulur.
Ancak bu öğrenme süreci cinsiyetin zihinlere kazınması bakımından yeterli değildir. Devamlılık için “toplumsal yeniden üretim” mekanizması işlemeye başlar. Gün boyunca, binlerce eylemimiz içinde toplumsal cinsiyeti yeniden üretiriz. Giyimimiz, selamlaşma tarzımız, konuşmalarımız, ilişki biçimlerimiz ve hatta amaçlarımızla bile cinsiyeti yeniden ve yeniden üretiriz; ta ki cinsiyetle etiketlenmemiş hiçbir aktivitemiz kalmayana dek...
Toplumsal cinsiyetin sonucu sandığımızdan çok daha ağırdır. Öncelikle bir tahakküm aracıdır. Bir cinsin diğerine iktidarı sonucu, doğduğumuz andan itibaren yarı yarıya olasılıkla ya köle ya da efendi oluruz. Ki bu durum sadece kadın için değil erkek içinde, kısıtlayıcılığı itibariyle oldukça acıklı sonuçlar doğurur. Birey öznesini ötekileştirmek, bireysel isteklerini sınırlamak, kimliğinin kalıbına uygun biçimde hareket etmek ve sonuçta kendine yabancılaşmak zorunda kalır. Birçok iktidar odağı (erkek cins ya da devlet) toplumsal cinsiyeti sorgulayan, reddeden ve bu kalıbın dışına çıkmak isteyen bireylere karşı genel ahlak kurumlarıyla ve dinle baskı kurmaya çalışır. Bunların işlerliğini yitirdiği durumlar cinsiyet farklılığının sekse bağlı olarak kaçınılmaz olduğunu öne süren bu teorilerden en bilineni “biyolojik indirgemeci” modeldir. Bu düşüncede özellikle testosteronun (erkeklik hormonu olarak bilinir) erkeklerde kadınlara göre daha yüksek oluşunun doğal agresyona neden olduğu ileri sürülür. Goldberg, testosteronun erkeklerdeki yüksekliğinin, onların “saldırganlık üstünlüğüne” sahip olmasını ve evrim süreci içinde kaçınılmaz olarak, erkeğin kadına üstünlük sağlayacağını bildirir. Bu hipotez açıkça biyolojinin sosyolojiye yansıtılmasıdır. Ki bu durumda bakış açısı zavallılığı bakımından sosyal darwinizmden farklı değildir.
Ayrıca bu tezin, bilimsel çalışmalarla elde edilmiş bir çok anti-tezi de mevcuttur. Öncelikle ergen dönem sonrası yükselen testosteronun, kişiler arası kan düzeyleri çok farklıdır. Bu da erişkin erkeklerde yapılan çalışmalardan tutarlı sonuçlar elde etmeyi güçleştirir. Bu nedenle kandaki hormon seviyelerinin en sabit olduğu ergenlik öncesi dönemdeki, agresif erkek çocuklar üzerinde 1997-1998 yılları arasında Çukurova Üni. Tıp. Fak. Çocuk Psik. ABD tarafından yapılan çalışmadan elde edilen sonuç: Testosteron-saldırganlık, agresyon ilişkisinde bir nedensellik bulunamadığıdır. Yine 1992 yılında McCoul ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmadan, duygu durumdaki değişmelerin insanlarda birkaç saatten – birkaç güne dek sürebilen testosteron artışlarına neden olduğu; yani testosteron düzeylerinin agresyonun bir nedeni değil sonucu olabileceği bildirilmiştir.
Biyolojik belirlenimcilik ile de cinsler arası tahakkümün “doğal” olduğunu açıklayamayan ataerkil düşünce, bu kez sosyolojik alanda cinsiyetin devamlılığını sağlamaya çalışmıştır. Devlet, “aile” kurumunu yücelterek, kadın ve erkek rollerinin korunmasını sağlar. Çünkü “kutsal aile” dominant erkek rolü için gerekli oyun sahnesini oluşturur. Aile biriminin, düzenli düzeyli toplum için gerekliliği sürekli vurgulanır. Üstelik aile ahlakın temeline oturtularak, aile dışı ilişki biçimlerininde toplum çoğunluğunun bizzat kendisi tarafından dışlanması sağlanır. Aile hem rollerin idamesi, hem ilişkilere yasa onayı, hem de sonrasında devleti bireysel kararlar üzerinde birebir söz sahibi olabilmesi bakımından; hem ahlaki hem hukuki önemli bir baskı aracıdır. Kutsal aileyi dejenere edecek her tür etken (örneğin eşcinseller, evlilik dışı doğan çocuklar, vs.) kötücül imajlarla damgalanarak toplumun dışına tutulmaya çalışılır.
Cinsiyet bölümlemesinin korunabilmesi için sistem tarafından alınan bunca önlem; cinsiyetin, onun işlerliğine sağladığı katkıyı kavramak için yeterlidir.
Peki ataerkil otoritenin, boynumuza geçirdiği, kendimize bu kadar yabancılaşmamızı sağlayan ve zararları bu denli bariz olan bu yuları koparmak için neler yapılabilir?
Öncelikle cinsiyetin tanımını ve temelini oluşturan kadın-erkek ikiliğinden sıyrılmak gerekir. Bu bağlamda kadın-erkeğin hukuki eşitliğini savunan liberal görüşlerde, bu kutuplaşmanın en baştan kabulü anlamına gelir. Ki bu da, sadece otoritenin bize izin verdiği düzlemde ve çizdiği sınırlar içinde çırpınmanın ötesinde bir eylem olamaz. Kadın-erkek kategorizasyonunu yoksayarak yani cinsiyetin topyekün reddiyle; kişinin sadece bir birey oluşuyla, kendi yaşam ve düşünce özgürlüğüne sahip olduğu benimsenmelidir. Tüm sınır ve kategorilerin ötesindeki birey ancak azami derecede özgür, yani “kendisi” olabilir.
Bireyin birey üzerinde, toplumun birey üzerinde tahakkümü adına; kişiliğimizin ardına kadar açık bırakılmış taciz kapısıdır toplumsal cinsiyetimiz. Kişiliğimiz ve birey olabilme hakkımız, bu açık kapıda girenlerce kolayca gasp edilir. Toplumsal cinsiyete, benliğimizi korumak adına, geç kalmış bir red ve başkaldırı borçluyuz!
Lilith Noir
2004
En son MetatroN tarafından Paz 16 Ağus. - 18:40 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
MetatroN- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 452
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 07/05/08
Geri: Benim Cinsiyetim Yok.
Bu yazıyı yayımladığın için teşekkür ederim.
Gerçek ve tam anlamıyla özgür olmanın en temel şartlarından birisi de şu cinsiyet rollerinden kurtulmaktır. ;]
Gerçek ve tam anlamıyla özgür olmanın en temel şartlarından birisi de şu cinsiyet rollerinden kurtulmaktır. ;]
Geri: Benim Cinsiyetim Yok.
Bu başlık bana şahan gökbakarın "samuel" tiplemesini hatrlattı.
""Hemcinsime bir ilgim yok. Karşı cinsime de bir ilgim yok. Benim hiç bir cinsime bir ilgim yok!""
kehkehkehkeh...
İlginç bir metin ^^'
""Hemcinsime bir ilgim yok. Karşı cinsime de bir ilgim yok. Benim hiç bir cinsime bir ilgim yok!""
kehkehkehkeh...
İlginç bir metin ^^'
Geri: Benim Cinsiyetim Yok.
Tensei demiş ki:Bu başlık bana şahan gökbakarın "samuel" tiplemesini hatrlattı.
""Hemcinsime bir ilgim yok. Karşı cinsime de bir ilgim yok. Benim hiç bir cinsime bir ilgim yok!""
kehkehkehkeh...
İlginç bir metin ^^'
Hatırlıyorum o tiplemeyi. "Sana gönlümün çiçeğini getirdim Küba'dan, almaz mısın?" diyordu sonunda
Enteresan başlık, felsefeyi ne kadar sevsem de bir felsefeci olmadığım için çok düz mantıklıyım bu konuda o yüzden konuşmamak en iyisi Paylaşım için teşekkürler.
Shiniko- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 359
Yaş : 32
Nerden : İstanbul
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 04/09/08
Geri: Benim Cinsiyetim Yok.
Bu konu yalnız kadın veya erkek bir bireyin heteroseksüelliği/homoseksüelliği üzerine değil toplum tarafından biçilen cinsiyet rolleri üzerinedir.O yüzden konuyu okurken herhangi bir homofobik tepki vermekten korkmaya da gerek yok çünkü yazıda böyle bir durumla ilgilenişten çok daha büyük bir sorun inceleniyor.
Geri: Benim Cinsiyetim Yok.
Tamamen göreceli bir konu, ancak şunu söylemeliyim ki, cinsiyet ayrımı ya da bu konudaki takıntılar azalacağına, insanlar arasında giderek artmaktadır.
RoMe- Admin
- Mesaj Sayısı : 1523
Nerden : Ankara
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 06/06/08
Geri: Benim Cinsiyetim Yok.
güzel bir inceleme olmuş. siteye koyan arkadaşı gönülden tebrik ve takdir ediyorum. bakış açıları çok farklı olabilir ve beyazın dediği gibi tamamen görecelidir.
benim görüşümün temeli, davranışsal evrimdir. biyolojik açıdan değil yani, ne kadar testastoron olduğuna bakmam. insanların ne zaman toplum halinde yaşamaya başlayıp belli kurallar gerektiğine karar verip binlerce yıllık bir evrim süreci olan ahlak ve medeniyeti şu anki haline getirdikleri ve bu medeniyet esasları üzerinde durmak gerekir. beyni büyüyen bebek doğum esnasından anneyi öldürmemek için kafatası henüz sertleşmemiş bir şekilde dünyaya gelmeye, yani erken doğmaya başlamış. bu şartlar altında bebek dünyaya hazır olmadığı için anne babanın yanı sıra kabile üyelerinin de roller edinmesi gerekmiş. zamanla toplum kültürü oluşmaya başlamış ve genlerle aktarılır hale gelmiş. vesaire vesaire, davranışlar fiziksel değişimlere, fiziksel değişimler yeni davranışlara yol açmıştır.
şuanda da insan davranışlarının sebepleri arasında, doğal olaylar ve çoğunlukla başka insan davranışları ve fikirleri yatmaktadır. ancak ben insanların bireyselleşmesinden değil toplum bilincini devam ettirmeleri taraftarıyım. elbette herkes kendini tanımalıdır, bir birey olduğunun ve kendi fikirlerinin, duygu, düşünce ve davranış paternlerinin farkında olmalıdır. asıl sorun da burada yatar. insan kendisini gerçekten tanımaya, farkındalığını geliştirmeye başladığı zaman ancak toplumun önemini gerçek manada kavrayabilir. toplumun önemli olduğunu kişiye bir düşünür veya akıl hocası öğretemez. kendi içinde bunu zamanla farkeder. "ben"i aşmak ve "biz"in farkına varmak...
benim görüşümün temeli, davranışsal evrimdir. biyolojik açıdan değil yani, ne kadar testastoron olduğuna bakmam. insanların ne zaman toplum halinde yaşamaya başlayıp belli kurallar gerektiğine karar verip binlerce yıllık bir evrim süreci olan ahlak ve medeniyeti şu anki haline getirdikleri ve bu medeniyet esasları üzerinde durmak gerekir. beyni büyüyen bebek doğum esnasından anneyi öldürmemek için kafatası henüz sertleşmemiş bir şekilde dünyaya gelmeye, yani erken doğmaya başlamış. bu şartlar altında bebek dünyaya hazır olmadığı için anne babanın yanı sıra kabile üyelerinin de roller edinmesi gerekmiş. zamanla toplum kültürü oluşmaya başlamış ve genlerle aktarılır hale gelmiş. vesaire vesaire, davranışlar fiziksel değişimlere, fiziksel değişimler yeni davranışlara yol açmıştır.
şuanda da insan davranışlarının sebepleri arasında, doğal olaylar ve çoğunlukla başka insan davranışları ve fikirleri yatmaktadır. ancak ben insanların bireyselleşmesinden değil toplum bilincini devam ettirmeleri taraftarıyım. elbette herkes kendini tanımalıdır, bir birey olduğunun ve kendi fikirlerinin, duygu, düşünce ve davranış paternlerinin farkında olmalıdır. asıl sorun da burada yatar. insan kendisini gerçekten tanımaya, farkındalığını geliştirmeye başladığı zaman ancak toplumun önemini gerçek manada kavrayabilir. toplumun önemli olduğunu kişiye bir düşünür veya akıl hocası öğretemez. kendi içinde bunu zamanla farkeder. "ben"i aşmak ve "biz"in farkına varmak...
Susano'o- Çevirmen
- Mesaj Sayısı : 1649
Yaş : 42
Nerden : Gongaga
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 30/07/08
AnimeManganTR :: KÜLTÜR-SANAT :: Felsefe
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz