Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
+10
spartiate
Desire
4sprz
Ryoko Yoichi
S.Tensei
Zax
Mahlas_Kafkef
mavi_61
Rendan
MetatroN
14 posters
AnimeManganTR :: KÜLTÜR-SANAT :: Felsefe
1 sayfadaki 1 sayfası
Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Biz, doğanın en büyük karmaşasıyız.
Sadece dünyanın değil evrenin sırrını da insanın içinde taşıdığına inanırım ben.
Bu sırrın şifresi de zıtlıklarda, "akılla duygunun çarpışmasında" saklı.
Duyguları küçümseyen hiçbir filozof o şifrenin kilidini bulamayacak bence.
Sanırım felsefenin çaresizliği de, en sıradan aşığın bile bildiği duygusal kaosu kendi "mantığının" parçası haline getirememesinde yatıyor.
Her şeyin "kendi zıddıyla birlikte varolduğuna" inanan o eski öğretinin öğrencilerindenim ben. Evrendeki her maddenin ve duygunun mutlaka bir de zıddı olduğuna inanırım.
Hayat varsa ölüm de vardır.
Gece varsa gündüz de vardır.
Akıl varsa akılsızlık da vardır.
Sevgi varsa nefret de vardır.
Hiçbir şey, zıddı olmadan varlığını sürdüremez.
Filozoflar biliyorsunuz dünya tarihinin en akıllı insanları arasındadır.
Onların sahip olduğu aklı dengeleyecek kadar da akılsızlık her zaman kendine tarihte yer bulmuştur.
Ama işin en hoş yanlarından biri, akılsızlığın bazen aklın tam da dibinde ortaya çıkmasıdır.
Binlerce yıl boyunca hayatın, evrenin, insanın sırlarını arayan filozoflar kendi akıllarının tam zıddı, akılsız bir küçümsemeyle "aşk" konusuyla hemen hemen hiç ilgilenmediler, insanın en temel duygularından birinin varlığını "önemsiz insanlara ait" bir mesele gibi gördüler.
Aklın ve mantığın büyüsüne öylesine kapılmışlardı ki "duygular álemini" neredeyse tümüyle kendi sistemlerinin dışında tutmuşlardı.
Sadece mantıktan oluşmuş "duygusuz" bir dünyanın sırlarını çözmenin peşine düştüler.
Evrenin bazı sırlarını sezseler de "insan" onlar için bir sır olarak kaldı.
Aşk konusunu felsefenin sınırları içine çeken ilk filozof Arthur Schopenhauer oldu.
Huysuz ve karamsar bir adam aşkın sırlarını aradı.
Neden filozof olduğunu açıklayan sözleri bile karamsarlığını gösteriyordu:
- Hayatı yaşamak üzüntü verici bir şey... Ben de hayatımı, hayat üzerine düşünerek geçirmeye karar verdim.
Felsefeyle ilgilenmeye başladığında kendisinden önceki filozofların aşka hiç önem vermemiş olduklarını şaşırarak fark etti ve bu şaşkınlığını da yazıya döktü:
"İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı."
Aslında belki o kadar da şaşırmamak gerekiyordu.
Çünkü aşk ortaya çıktığında "mantığı" yok ediyor, mantıklı düşünme düzenini parçalıyor, aklın kavrayamayacağı tuhaf bir kaos yaratıyordu.
Felsefenin "mantık tutkusu", bu mantıksızlığın kapısından geçemiyor ve bu anlaşılması zor karmaşayı yok saymayı yeğliyordu.
Doğrusu ya birçok filozof eğer bu alana el atmış olsaydı felsefeden ziyade mizaha katkıları olurdu diye düşünüyorum.
Düşünsenize, "Saf Aklın Eleştirisi" kitabını yazan ve hayatında bir tek kez bile bir kadınla olmamış Kant, "Saf Duygunun Eleştirisini" yazsaydı nasıl bir kitap çıkardı ortaya.
Bazı filozofların hayatlarına girmemiş olsa bile "aşk" her yerdeydi Schopenhauer’a göre:
"Aşk en ciddi işleri sekteye uğratır, hatta en büyük zihinleri bile karıştırır. Devlet adamlarının müzakerelerine, bilim adamlarının araştırmalarına burnunu sokar. Bir yolunu bulup bakanlığa ait evrakların arasına, filozofların müsveddelerinin arasına, küçük aşk mektupları, saç lüleleri iliştirir."
Aşkın, mantığın düzenini bozan gücünü nereden aldığını merak ediyordu.
Diğer canlılarla kıyaslandığında insanın mutlak üstünlüğünü sağlamasına yol açan "mantık" neden böylesine kolay yaralanıyordu.
Filozofların hayatın en büyük değeri olarak gördükleri mantık karşısında aşk neden böylesine güçlüydü?
Ve Schopenhauer, "mantığın" aşk karşısındaki yenilgisine "mantıklı" bir neden buldu.
Bu huysuz filozofa göre bütün insanlarda bir "yaşama iradesi" bulunuyordu.
Yaşama iradesi de, insanın doğasındaki hayatta kalma ve üreme güdüsüydü.
Aşk da bu "üreme güdüsünden" kaynaklanıyordu.
"Bütün aşk maceralarının nihai amacı bir sonraki kuşağın oluşturulmasından, insan ırkının gelecekteki varlığının sağlanmasından başka bir şey değildir" diye yazıyordu.
Bu "üreme" isteği bilinçaltımızda saklıydı ve aklımız buna müdahale edemiyordu.
Tam aksine, bilinçaltına saklanan bu güdünün kölesi haline geliyordu.
İnsanlığın devam etmesini sağlayan "güdü" elbette tek bir insanın "mantığından" daha güçlüydü.
Peki, bilinçaltında gizli olan bu güdü, aşık olacağımız insanı nasıl belirliyordu?
Niye ona değil de öbürüne aşık oluyorduk?
Neden birine karşı ifadesiz gözlerle bakarken diğeri için hayatımızı altüst etmeye razı oluyorduk?
Bunun da "mantıklı" bir nedeni vardı Schopenhauer’a göre.
"Herkes kendi zayıflıklarını, kusurlarını, türün özellikleriyle farklılık gösteren yanlarını başka bir birey aracılığıyla düzeltmeye, yani dünyaya gelecek çocuğun aynı kusurları taşımasını önlemeye çalışıyordu."
Hepimiz, kendi fiziksel ve ruhsal kusurlarımızı dengeleyip düzeltecek birini arıyorduk farkına varmadan, böylece çocuğumuz bizim kusurlarımıza sahip olmayacaktı.
Korkaksak cesur birine aşık oluyorduk.
Kısaysak uzun boylu biri bizi çekiyordu.
Dağınıksak disiplinli birini seviyorduk.
Aşk, insanoğlunun kusurlarını gidermeye yönelik bir araçtı.
Ama doğanın bize oynadığı bir oyun da vardı filozofa göre, en "sağlıklı" çocuğu yapmamıza yarayacak olan "eş" her zaman bizim "mutluluğumuzu" sağlayacak eş olmuyordu.
Onunla sağlıklı bir çocuk yapıyorduk ama genellikle ruhumuz öksüz kalıyordu.
O yüzden evlilikler çoğunlukla mutsuz birlikteliklere dönüyordu bir zaman sonra.
"Gelecek kuşak şimdiki kuşak pahasına yaratılır" diyordu.
Çünkü, "evlilikte asıl istenen şey, zekice sohbetlerle vakit geçirmek değil, çocuk dünyaya getirmektir."
Aşkı, üremenin aracı olarak gören bu yaklaşım, insanların en çok yaralandığı "reddedilme" konusuna da bir açıklama getiriyordu.
Bazen hoşlandığımız biri bizim isteğimizi geri çeviriyor, bizi sevmiyor, bizden uzaklaşıyordu.
Böyle durumlarda egomuz hırpalanıyordu, kendimizi eksik hissetmemize yol açıyordu.
Halbuki bunun da basit bir nedeni vardı.
O "bizim için" en sağlıklı çocuğu yapacağımız eşti ama biz "onun için en sağlıklı çocuğu yapacak eş" değildik, onun bilinçaltı bunu sezdiği için bizi reddediyordu.
Sevilmeyecek biri olduğumuzdan değildi bu.
Sadece "o insan" için sağlıklı bir çocuk yapmaya uygun bir eş olmadığımızdandı.
Aslında Schopenhauer’ın bu teorisi "kendi içinde" mantıklı bir yapıya sahipti.
Belki de bu yüzden de çok taraftar buldu.
Bugün bile hálá aşk ilişkilerini "üreme güdüsüyle" açıklamaya yatkın epeyce insan bulunur.
Ama bu "mantıklı" yaklaşımı yazarken Schopenhauer’ın aklına gelmeyen başka bir konu vardı.
Eşcinseller.
Eğer aşkın tek nedeni "üreme güdüsüyse" nasıl oluyor da asla üreyemeyecek olan aynı cinsten insanlar birbirlerine aşık oluyorlardı?
Andre Gide, cinselliğin ve aşkın tek amacının üreme olmadığını anlatabilmek için "Corridon" adlı bir kitap yazmıştı.
Bir ömürde yaklaşık beş bin defa sevişebilen insanların bunun tümünü "üremek" için yapamayacağını söylüyordu.
Başka bir "güdü" daha çıkıyordu ortaya.
Haz.
Hiçbir sisteme girmeyen, hiçbir mantıkla uyum sağlamayan o müthiş duygu.
İnsanı her kim yaratmışsa, yarattığı canlının "saf mantıkla" anlaşılamayacak kadar karmaşık olmasını arzulamış.
İnsanın yapısına mantığı yerleştirirken onun yanına da mantığı allak bullak eden duyguları eklemiş.
Schopenhauer’ın belki de en haklı olduğu konu, aşkın felsefenin sınırları içine girmesi gerektiğini söylemesi.
Çünkü aşkı anlamadan insanı anlayamıyorsunuz.
Aşkı da "mantıkla" çözmek mümkün değil.
İnsan ruhunda birbirinin zıddı olarak sürekli olarak birbirini etkileyen, değiştiren akılla duyguyu, mantıkla hazzı, kuralla kuralsızlığı bir bütün olarak görmeden, bunlardan birini inkar etmenin ya da küçümsemenin diğerini de yok sayıp küçümsemek anlamına geleceğini kavramadan, binlerce yıldır merak ettiğimiz içimizdeki karanlığı aydınlatmak belli ki çok kolay olmayacak.
Biz, doğanın en büyük karmaşasıyız.
Sadece dünyanın değil evrenin sırrını da insanın içinde taşıdığına inanırım ben.
Bu sırrın şifresi de zıtlıklarda, "akılla duygunun çarpışmasında" saklı.
Duyguları küçümseyen hiçbir filozof o şifrenin kilidini bulamayacak bence.
Sanırım felsefenin çaresizliği de, en sıradan aşığın bile bildiği duygusal kaosu kendi "mantığının" parçası haline getirememesinde yatıyor.
AHMET ALTAN
Sadece dünyanın değil evrenin sırrını da insanın içinde taşıdığına inanırım ben.
Bu sırrın şifresi de zıtlıklarda, "akılla duygunun çarpışmasında" saklı.
Duyguları küçümseyen hiçbir filozof o şifrenin kilidini bulamayacak bence.
Sanırım felsefenin çaresizliği de, en sıradan aşığın bile bildiği duygusal kaosu kendi "mantığının" parçası haline getirememesinde yatıyor.
Her şeyin "kendi zıddıyla birlikte varolduğuna" inanan o eski öğretinin öğrencilerindenim ben. Evrendeki her maddenin ve duygunun mutlaka bir de zıddı olduğuna inanırım.
Hayat varsa ölüm de vardır.
Gece varsa gündüz de vardır.
Akıl varsa akılsızlık da vardır.
Sevgi varsa nefret de vardır.
Hiçbir şey, zıddı olmadan varlığını sürdüremez.
Filozoflar biliyorsunuz dünya tarihinin en akıllı insanları arasındadır.
Onların sahip olduğu aklı dengeleyecek kadar da akılsızlık her zaman kendine tarihte yer bulmuştur.
Ama işin en hoş yanlarından biri, akılsızlığın bazen aklın tam da dibinde ortaya çıkmasıdır.
Binlerce yıl boyunca hayatın, evrenin, insanın sırlarını arayan filozoflar kendi akıllarının tam zıddı, akılsız bir küçümsemeyle "aşk" konusuyla hemen hemen hiç ilgilenmediler, insanın en temel duygularından birinin varlığını "önemsiz insanlara ait" bir mesele gibi gördüler.
Aklın ve mantığın büyüsüne öylesine kapılmışlardı ki "duygular álemini" neredeyse tümüyle kendi sistemlerinin dışında tutmuşlardı.
Sadece mantıktan oluşmuş "duygusuz" bir dünyanın sırlarını çözmenin peşine düştüler.
Evrenin bazı sırlarını sezseler de "insan" onlar için bir sır olarak kaldı.
Aşk konusunu felsefenin sınırları içine çeken ilk filozof Arthur Schopenhauer oldu.
Huysuz ve karamsar bir adam aşkın sırlarını aradı.
Neden filozof olduğunu açıklayan sözleri bile karamsarlığını gösteriyordu:
- Hayatı yaşamak üzüntü verici bir şey... Ben de hayatımı, hayat üzerine düşünerek geçirmeye karar verdim.
Felsefeyle ilgilenmeye başladığında kendisinden önceki filozofların aşka hiç önem vermemiş olduklarını şaşırarak fark etti ve bu şaşkınlığını da yazıya döktü:
"İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı."
Aslında belki o kadar da şaşırmamak gerekiyordu.
Çünkü aşk ortaya çıktığında "mantığı" yok ediyor, mantıklı düşünme düzenini parçalıyor, aklın kavrayamayacağı tuhaf bir kaos yaratıyordu.
Felsefenin "mantık tutkusu", bu mantıksızlığın kapısından geçemiyor ve bu anlaşılması zor karmaşayı yok saymayı yeğliyordu.
Doğrusu ya birçok filozof eğer bu alana el atmış olsaydı felsefeden ziyade mizaha katkıları olurdu diye düşünüyorum.
Düşünsenize, "Saf Aklın Eleştirisi" kitabını yazan ve hayatında bir tek kez bile bir kadınla olmamış Kant, "Saf Duygunun Eleştirisini" yazsaydı nasıl bir kitap çıkardı ortaya.
Bazı filozofların hayatlarına girmemiş olsa bile "aşk" her yerdeydi Schopenhauer’a göre:
"Aşk en ciddi işleri sekteye uğratır, hatta en büyük zihinleri bile karıştırır. Devlet adamlarının müzakerelerine, bilim adamlarının araştırmalarına burnunu sokar. Bir yolunu bulup bakanlığa ait evrakların arasına, filozofların müsveddelerinin arasına, küçük aşk mektupları, saç lüleleri iliştirir."
Aşkın, mantığın düzenini bozan gücünü nereden aldığını merak ediyordu.
Diğer canlılarla kıyaslandığında insanın mutlak üstünlüğünü sağlamasına yol açan "mantık" neden böylesine kolay yaralanıyordu.
Filozofların hayatın en büyük değeri olarak gördükleri mantık karşısında aşk neden böylesine güçlüydü?
Ve Schopenhauer, "mantığın" aşk karşısındaki yenilgisine "mantıklı" bir neden buldu.
Bu huysuz filozofa göre bütün insanlarda bir "yaşama iradesi" bulunuyordu.
Yaşama iradesi de, insanın doğasındaki hayatta kalma ve üreme güdüsüydü.
Aşk da bu "üreme güdüsünden" kaynaklanıyordu.
"Bütün aşk maceralarının nihai amacı bir sonraki kuşağın oluşturulmasından, insan ırkının gelecekteki varlığının sağlanmasından başka bir şey değildir" diye yazıyordu.
Bu "üreme" isteği bilinçaltımızda saklıydı ve aklımız buna müdahale edemiyordu.
Tam aksine, bilinçaltına saklanan bu güdünün kölesi haline geliyordu.
İnsanlığın devam etmesini sağlayan "güdü" elbette tek bir insanın "mantığından" daha güçlüydü.
Peki, bilinçaltında gizli olan bu güdü, aşık olacağımız insanı nasıl belirliyordu?
Niye ona değil de öbürüne aşık oluyorduk?
Neden birine karşı ifadesiz gözlerle bakarken diğeri için hayatımızı altüst etmeye razı oluyorduk?
Bunun da "mantıklı" bir nedeni vardı Schopenhauer’a göre.
"Herkes kendi zayıflıklarını, kusurlarını, türün özellikleriyle farklılık gösteren yanlarını başka bir birey aracılığıyla düzeltmeye, yani dünyaya gelecek çocuğun aynı kusurları taşımasını önlemeye çalışıyordu."
Hepimiz, kendi fiziksel ve ruhsal kusurlarımızı dengeleyip düzeltecek birini arıyorduk farkına varmadan, böylece çocuğumuz bizim kusurlarımıza sahip olmayacaktı.
Korkaksak cesur birine aşık oluyorduk.
Kısaysak uzun boylu biri bizi çekiyordu.
Dağınıksak disiplinli birini seviyorduk.
Aşk, insanoğlunun kusurlarını gidermeye yönelik bir araçtı.
Ama doğanın bize oynadığı bir oyun da vardı filozofa göre, en "sağlıklı" çocuğu yapmamıza yarayacak olan "eş" her zaman bizim "mutluluğumuzu" sağlayacak eş olmuyordu.
Onunla sağlıklı bir çocuk yapıyorduk ama genellikle ruhumuz öksüz kalıyordu.
O yüzden evlilikler çoğunlukla mutsuz birlikteliklere dönüyordu bir zaman sonra.
"Gelecek kuşak şimdiki kuşak pahasına yaratılır" diyordu.
Çünkü, "evlilikte asıl istenen şey, zekice sohbetlerle vakit geçirmek değil, çocuk dünyaya getirmektir."
Aşkı, üremenin aracı olarak gören bu yaklaşım, insanların en çok yaralandığı "reddedilme" konusuna da bir açıklama getiriyordu.
Bazen hoşlandığımız biri bizim isteğimizi geri çeviriyor, bizi sevmiyor, bizden uzaklaşıyordu.
Böyle durumlarda egomuz hırpalanıyordu, kendimizi eksik hissetmemize yol açıyordu.
Halbuki bunun da basit bir nedeni vardı.
O "bizim için" en sağlıklı çocuğu yapacağımız eşti ama biz "onun için en sağlıklı çocuğu yapacak eş" değildik, onun bilinçaltı bunu sezdiği için bizi reddediyordu.
Sevilmeyecek biri olduğumuzdan değildi bu.
Sadece "o insan" için sağlıklı bir çocuk yapmaya uygun bir eş olmadığımızdandı.
Aslında Schopenhauer’ın bu teorisi "kendi içinde" mantıklı bir yapıya sahipti.
Belki de bu yüzden de çok taraftar buldu.
Bugün bile hálá aşk ilişkilerini "üreme güdüsüyle" açıklamaya yatkın epeyce insan bulunur.
Ama bu "mantıklı" yaklaşımı yazarken Schopenhauer’ın aklına gelmeyen başka bir konu vardı.
Eşcinseller.
Eğer aşkın tek nedeni "üreme güdüsüyse" nasıl oluyor da asla üreyemeyecek olan aynı cinsten insanlar birbirlerine aşık oluyorlardı?
Andre Gide, cinselliğin ve aşkın tek amacının üreme olmadığını anlatabilmek için "Corridon" adlı bir kitap yazmıştı.
Bir ömürde yaklaşık beş bin defa sevişebilen insanların bunun tümünü "üremek" için yapamayacağını söylüyordu.
Başka bir "güdü" daha çıkıyordu ortaya.
Haz.
Hiçbir sisteme girmeyen, hiçbir mantıkla uyum sağlamayan o müthiş duygu.
İnsanı her kim yaratmışsa, yarattığı canlının "saf mantıkla" anlaşılamayacak kadar karmaşık olmasını arzulamış.
İnsanın yapısına mantığı yerleştirirken onun yanına da mantığı allak bullak eden duyguları eklemiş.
Schopenhauer’ın belki de en haklı olduğu konu, aşkın felsefenin sınırları içine girmesi gerektiğini söylemesi.
Çünkü aşkı anlamadan insanı anlayamıyorsunuz.
Aşkı da "mantıkla" çözmek mümkün değil.
İnsan ruhunda birbirinin zıddı olarak sürekli olarak birbirini etkileyen, değiştiren akılla duyguyu, mantıkla hazzı, kuralla kuralsızlığı bir bütün olarak görmeden, bunlardan birini inkar etmenin ya da küçümsemenin diğerini de yok sayıp küçümsemek anlamına geleceğini kavramadan, binlerce yıldır merak ettiğimiz içimizdeki karanlığı aydınlatmak belli ki çok kolay olmayacak.
Biz, doğanın en büyük karmaşasıyız.
Sadece dünyanın değil evrenin sırrını da insanın içinde taşıdığına inanırım ben.
Bu sırrın şifresi de zıtlıklarda, "akılla duygunun çarpışmasında" saklı.
Duyguları küçümseyen hiçbir filozof o şifrenin kilidini bulamayacak bence.
Sanırım felsefenin çaresizliği de, en sıradan aşığın bile bildiği duygusal kaosu kendi "mantığının" parçası haline getirememesinde yatıyor.
AHMET ALTAN
En son MetatroN tarafından Paz 16 Ağus. - 18:38 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
MetatroN- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 452
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 07/05/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Kaynak göstermemek Ahmet Altan'a çok büyük bir saygısızlıktır bence
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Evet arkadaşlar bu yazı Ahmet Altan'a aittir :> Nette aşk ve felsefeyle ilgili araştırma yaparken rastladım ve hemen kopyala yapıştır yaptım,ve ismini eklememişim kusura bakmayın .. Ben yazmadım,üstüme almaya da çalışmadım,duyurulur !!
MetatroN- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 452
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 07/05/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Ahmet altan mı yazmış?
okumaya gerek yok o zaman
okumaya gerek yok o zaman
mavi_61- Aktif üye
- Mesaj Sayısı : 232
Yaş : 36
Nerden : 61 VATAN 06 mekan
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 12/07/09
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Hiçbir yazara önyargıyla yaklaşılmamalı bence.Böyle bir savın nedenlerinin de belirtilmesi gerekir.
Yazı,Ahmet Altan'a aitse neden okumaya gerek olmadığını da belirtmeniz gerekli diye düşünüyorum.
Yazı,Ahmet Altan'a aitse neden okumaya gerek olmadığını da belirtmeniz gerekli diye düşünüyorum.
MetatroN- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 452
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 07/05/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
okumaya başlayacaktım
bi bakayım yorumnlara dedim bu arada baya uzunmuş diye düşündüm
eğer yorumlar cidden merak uayndırırsa okuyacaktım gerçekten
baktım ahmet altanınmış
o kadar yazıyı okuyup zaman kaybetmenin bi anlamı yok bence
çünkü benim gözümde ahmet altanın yazılarının bir gereği yok
kendi açımdan okunmaya değer bulmuyorum
bi bakayım yorumnlara dedim bu arada baya uzunmuş diye düşündüm
eğer yorumlar cidden merak uayndırırsa okuyacaktım gerçekten
baktım ahmet altanınmış
o kadar yazıyı okuyup zaman kaybetmenin bi anlamı yok bence
çünkü benim gözümde ahmet altanın yazılarının bir gereği yok
kendi açımdan okunmaya değer bulmuyorum
mavi_61- Aktif üye
- Mesaj Sayısı : 232
Yaş : 36
Nerden : 61 VATAN 06 mekan
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 12/07/09
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Elbette kendinize katacaklarınız ve katmayacaklarınızın seçimi size kalmış.Uzun yazıların da okuyucuyu korkutmasını anlıyorum.Ancak eğer okumadıysanız,okuyacakları olumsuz etkileyecek yorumlarda bulunmayınız,çünkü sizin de yazı için baktığınız ilk yer yorumlar olmuş,değil mi ?
Oysa ben her cümlesi zeka ve gelişmiş düşüncelerle dolu bu yazıdan olabildiği kadar çok kişinin yararlanmasını istiyorum.
Eğer yazdıklarıma bir yanıtınız olacaksa bana öm ile ulaşabilirsiniz.
Oysa ben her cümlesi zeka ve gelişmiş düşüncelerle dolu bu yazıdan olabildiği kadar çok kişinin yararlanmasını istiyorum.
Eğer yazdıklarıma bir yanıtınız olacaksa bana öm ile ulaşabilirsiniz.
MetatroN- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 452
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 07/05/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
çok uzun yav ahmet altanın bir kitabını okumuştum ama şimdiye kadar hiç reddedilmedim:D
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Çok güzel bir yazı.
Çok iyi noktalara değinilmiş. İnsan'ın kendini çözmesinin evrenin anahtarı olduğunu düşünenlerden biriyim ben de. Kendimize yeterli bir açıklama getirebilirsek çevremize/evrene ancak bir açıklama getirebiliriz diye düşünüyorum.
Benim bildiğim ve doğruluğundan emin olduğum birşey var. Fiziksel olarak karşı cins'den birilerini çekici bulmamızın belirli bir sebebi var, " sağlıklı genler ". Yani biri ne kadar eli ayağı düzgün, güzel veya yakışıklıysa o kadar sağlıklı genlere sahip demek oluyor. Kısacası insan ürerken bile mükemmelliği ortaya koyma amacı güdüyor. Bu da insanların yüzyıllar geçtikçe mükemmelliğe bir adım daha yakınlaştığının nesnel bir kanıtı.
Hani bazen deniliyor " yav insan zekası hep aynıydı geçmişteki adam bu güne gelse o da çatır çatır araba sürer pc kullanırdı. ". Yok böyle birşey. Taş devrinde yaşıyan bir adamın kapasitesi ancak taş yontacak kadardı. Daha sonra kendi açıklarını kapayacak ( yazıda da geçmekte bu ) sağlıklı genlere sahip insanla çiftleşti. Kendinden sonraki nesil oluştu. Birkaç kuşak sonra genler gelişti ve o kuşaktakiler " ateş'i bulabilecek kapasite'e " eriştiler. Ve bunlarında çocuklarının çocukları oldu. Onlar da göçebe yaşadılar, birkaç kuşak daha geçti insan " yerleşik hayatı akıl edebilecek " düzeye geldi. Kuşaklar geçti sanayi devrimi oldu, pc icat edildi uzaya gidildi vs. vs. Bunlar hep gerekli genlerin bir vucud'da toplanmasıyla oluştu.
İşin özü, ürerken geçmişimizdeki genleri günümüze aktarıyor ve bir vucudda buluşturuyoruz. Ve bu birleşen genler bazı şeyler için anahtar oluyorlar. Bu anahtarda kilidi açıyor. Yani bir Grahambel'i Grahambel yapan atalarından topladığı genlerdi ve bu'da telefon kilidini açmaya yaradı. Dünyada birçok kilit olduğuna inanıyorum daha anahtarı oluşmamış.
Konudan biraz saptım. Konuya dönücek olursak. Önce " Aşk nedir? " diye sormamız lazım bence. Herkese göre aşk farklıdır. Ama genel olarak " onsuz yapamama " denebilir aşk için. Yani kimisi anime aşığıdır animesiz yapamaz. Kimisi işine aşıktır. Kimisi de başka birine. Başka bir insana olan aşk yine kişiden kişiye değişiklikler göstermekte bence. Yani illa kendimizin zıddını aramıyoruz. Hayatı boyunca itilip kakılmış hiç iltiat duymamış bir kadın, bir erkek ona gelip " ne kadar güzelsisiniz. " dediğinde aşık olabilir. Bence aşk kişinin zayıflığıdır. Kendi zıttımızı aramaktan çok kişinin zayıflıkları, ihtiyaçları ve aradıkları, bulamadıkları aşık olduğu kişiyi belirleyen şeyler. Aşkın " üreme güdüsü " nün dışında olduğunu düşünüyorum ben. Eğer sadece " mükemmel genleri arayıp yeni nesiilere aktarma " olsaydı bugun insanlar çok daha farklı yerlere gelebilirdi. Neden hastalıklar var? Neden çirkin insanlar var? Kaç milyon yıldır dünyada insan ırkı eğer sadece " insan ırkını mükelleştirme " amacı güdülse şuan hepimiz üstün varlıklar olurduk. Zihnimizin %5'inden fazlasını kullanırdık. Neden böyle değil?
Çünkü " aşk " var.
Aşk insanlığın mükelleşmesine koyulmuş en büyük engel ve aynı zamanda insanı insan yapan en büyük etken. İnsanın ırkının ve doğasının düzenini de sağlayan o. Eğer aşk olmaz ise düzen olmazdı. Çünkü herşey zıttıyla vardır. Eğer aşk olmayıp çirkin olmasaydı, güzellik olmayacaktı. Aşk olmaz ise hastalıklar olmayacaktı. Ve bizler " insan " olmayacaktık.
Kısacası aşk mükemmelliğe erişmeye çalışan insan ırkının en büyük hatalı parçasıdır. Ama onu insan yapan şeyde o'dur zaten. Eğer aşk olmasaydı her ay yeni ve bi üst modeli çıkan cep telefonlarından farkımız kalmazdı.
Bunlar benim düşüncem. Pek bilgili de biri değilim yaşımda ufaktır bu işler için. Ama düşünmeyi ve yorumlamayı severim xD
Çok iyi noktalara değinilmiş. İnsan'ın kendini çözmesinin evrenin anahtarı olduğunu düşünenlerden biriyim ben de. Kendimize yeterli bir açıklama getirebilirsek çevremize/evrene ancak bir açıklama getirebiliriz diye düşünüyorum.
Benim bildiğim ve doğruluğundan emin olduğum birşey var. Fiziksel olarak karşı cins'den birilerini çekici bulmamızın belirli bir sebebi var, " sağlıklı genler ". Yani biri ne kadar eli ayağı düzgün, güzel veya yakışıklıysa o kadar sağlıklı genlere sahip demek oluyor. Kısacası insan ürerken bile mükemmelliği ortaya koyma amacı güdüyor. Bu da insanların yüzyıllar geçtikçe mükemmelliğe bir adım daha yakınlaştığının nesnel bir kanıtı.
Hani bazen deniliyor " yav insan zekası hep aynıydı geçmişteki adam bu güne gelse o da çatır çatır araba sürer pc kullanırdı. ". Yok böyle birşey. Taş devrinde yaşıyan bir adamın kapasitesi ancak taş yontacak kadardı. Daha sonra kendi açıklarını kapayacak ( yazıda da geçmekte bu ) sağlıklı genlere sahip insanla çiftleşti. Kendinden sonraki nesil oluştu. Birkaç kuşak sonra genler gelişti ve o kuşaktakiler " ateş'i bulabilecek kapasite'e " eriştiler. Ve bunlarında çocuklarının çocukları oldu. Onlar da göçebe yaşadılar, birkaç kuşak daha geçti insan " yerleşik hayatı akıl edebilecek " düzeye geldi. Kuşaklar geçti sanayi devrimi oldu, pc icat edildi uzaya gidildi vs. vs. Bunlar hep gerekli genlerin bir vucud'da toplanmasıyla oluştu.
İşin özü, ürerken geçmişimizdeki genleri günümüze aktarıyor ve bir vucudda buluşturuyoruz. Ve bu birleşen genler bazı şeyler için anahtar oluyorlar. Bu anahtarda kilidi açıyor. Yani bir Grahambel'i Grahambel yapan atalarından topladığı genlerdi ve bu'da telefon kilidini açmaya yaradı. Dünyada birçok kilit olduğuna inanıyorum daha anahtarı oluşmamış.
Konudan biraz saptım. Konuya dönücek olursak. Önce " Aşk nedir? " diye sormamız lazım bence. Herkese göre aşk farklıdır. Ama genel olarak " onsuz yapamama " denebilir aşk için. Yani kimisi anime aşığıdır animesiz yapamaz. Kimisi işine aşıktır. Kimisi de başka birine. Başka bir insana olan aşk yine kişiden kişiye değişiklikler göstermekte bence. Yani illa kendimizin zıddını aramıyoruz. Hayatı boyunca itilip kakılmış hiç iltiat duymamış bir kadın, bir erkek ona gelip " ne kadar güzelsisiniz. " dediğinde aşık olabilir. Bence aşk kişinin zayıflığıdır. Kendi zıttımızı aramaktan çok kişinin zayıflıkları, ihtiyaçları ve aradıkları, bulamadıkları aşık olduğu kişiyi belirleyen şeyler. Aşkın " üreme güdüsü " nün dışında olduğunu düşünüyorum ben. Eğer sadece " mükemmel genleri arayıp yeni nesiilere aktarma " olsaydı bugun insanlar çok daha farklı yerlere gelebilirdi. Neden hastalıklar var? Neden çirkin insanlar var? Kaç milyon yıldır dünyada insan ırkı eğer sadece " insan ırkını mükelleştirme " amacı güdülse şuan hepimiz üstün varlıklar olurduk. Zihnimizin %5'inden fazlasını kullanırdık. Neden böyle değil?
Çünkü " aşk " var.
Aşk insanlığın mükelleşmesine koyulmuş en büyük engel ve aynı zamanda insanı insan yapan en büyük etken. İnsanın ırkının ve doğasının düzenini de sağlayan o. Eğer aşk olmaz ise düzen olmazdı. Çünkü herşey zıttıyla vardır. Eğer aşk olmayıp çirkin olmasaydı, güzellik olmayacaktı. Aşk olmaz ise hastalıklar olmayacaktı. Ve bizler " insan " olmayacaktık.
Kısacası aşk mükemmelliğe erişmeye çalışan insan ırkının en büyük hatalı parçasıdır. Ama onu insan yapan şeyde o'dur zaten. Eğer aşk olmasaydı her ay yeni ve bi üst modeli çıkan cep telefonlarından farkımız kalmazdı.
Bunlar benim düşüncem. Pek bilgili de biri değilim yaşımda ufaktır bu işler için. Ama düşünmeyi ve yorumlamayı severim xD
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Guzel bir paylasim
Baslarinda biraz sasirdim. Eger yazi askin sadece ureme gudusunden ibaret bisi oldugunu savunsaydi bitirmezdim bile herhalde ama en azindan baska bi sey daha cikti ortaya ama komik, ona da pek inanmiyorum.
Inanmiyorum derken aska mantikli bi aciklanma getirebilcegine inanmiyorum. Cinsellik belki biyolojik bi olay sayilabilir ama ask cok daha farkli bence. Ama Schopenhauer a bi konuda katildim ama. Askin ne oldugu hakkinda saatlerce tartisilabilcek birsey. Belli bi cevap ya da cikazmaz, onemli degil. En azindan tartisan kisiler o tartismadan bi haz alir, kendilerine birsey katigini hisseder.
Baslarinda biraz sasirdim. Eger yazi askin sadece ureme gudusunden ibaret bisi oldugunu savunsaydi bitirmezdim bile herhalde ama en azindan baska bi sey daha cikti ortaya ama komik, ona da pek inanmiyorum.
Inanmiyorum derken aska mantikli bi aciklanma getirebilcegine inanmiyorum. Cinsellik belki biyolojik bi olay sayilabilir ama ask cok daha farkli bence. Ama Schopenhauer a bi konuda katildim ama. Askin ne oldugu hakkinda saatlerce tartisilabilcek birsey. Belli bi cevap ya da cikazmaz, onemli degil. En azindan tartisan kisiler o tartismadan bi haz alir, kendilerine birsey katigini hisseder.
Ryoko Yoichi- Hiper Animeci
- Mesaj Sayısı : 1477
Yaş : 30
Nerden : Roanpur
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 13/12/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
bu konuda diyeceğim tek şey,
ben bu yaşıma kadar aşıkken felsefe yapaman adam hiç görmedim.
Ne zaman aşkından ayrılırsın, tekmeyi yer yada boynuzları takarsın işte o zaman aşkın aşk kısmı bitmiştir felsefe boyutu kalmıştır. Sonra da zaten yavaş yavaş olgunlaşmaya başlarsın taa ki bir daha aşık olana kadar. Aşık olunca da yeni kız sana bi format çeker sonra felsefe melsefe kalmaz.
ben bu yaşıma kadar aşıkken felsefe yapaman adam hiç görmedim.
Ne zaman aşkından ayrılırsın, tekmeyi yer yada boynuzları takarsın işte o zaman aşkın aşk kısmı bitmiştir felsefe boyutu kalmıştır. Sonra da zaten yavaş yavaş olgunlaşmaya başlarsın taa ki bir daha aşık olana kadar. Aşık olunca da yeni kız sana bi format çeker sonra felsefe melsefe kalmaz.
4sprz- AnimeOu
- Mesaj Sayısı : 126
Kayıt tarihi : 15/08/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
format haa4sprz demiş ki:bu konuda diyeceğim tek şey,
ben bu yaşıma kadar aşıkken felsefe yapaman adam hiç görmedim.
Ne zaman aşkından ayrılırsın, tekmeyi yer yada boynuzları takarsın işte o zaman aşkın aşk kısmı bitmiştir felsefe boyutu kalmıştır. Sonra da zaten yavaş yavaş olgunlaşmaya başlarsın taa ki bir daha aşık olana kadar. Aşık olunca da yeni kız sana bi format çeker sonra felsefe melsefe kalmaz.
bir kez aşk geldi telefonu açan başka bir kız olunca ve yanlış aradınız diyinceee aşk bir daha asla gelmemek üzere gitti
En son Desire tarafından Çarş. 19 Ağus. - 8:16 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
4sprz demiş ki:bu konuda diyeceğim tek şey,
ben bu yaşıma kadar aşıkken felsefe yapaman adam hiç görmedim.
Ne zaman aşkından ayrılırsın, tekmeyi yer yada boynuzları takarsın işte o zaman aşkın aşk kısmı bitmiştir felsefe boyutu kalmıştır. Sonra da zaten yavaş yavaş olgunlaşmaya başlarsın taa ki bir daha aşık olana kadar. Aşık olunca da yeni kız sana bi format çeker sonra felsefe melsefe kalmaz.
hımm, güzel bir tespit vallaha.... bunun üzerine pek bir şey denmez, tebrik ediyorum 4sprz
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
ben hâlâ şu aşk denen şeyin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum, o yüzden ne desem yalan olur. reddedilmek olayını da geçiyorum, ben emeğe ve sevgiye inanırım. en hoşlanmadığım şey de bu emeğe ve sevgiye ihanettir.
ayrıca genelleme yapmak güzel birşey değildir, oyüzden bayanlar şöyledir böyledir demeyeceğim ama, benim gördüğüm insanlarda şunu fark ettim: bir bayan kendini garanti altına almadan, başka birisini bulmadan, erkek arkadaşını terk etmiyo.
ayrıca genelleme yapmak güzel birşey değildir, oyüzden bayanlar şöyledir böyledir demeyeceğim ama, benim gördüğüm insanlarda şunu fark ettim: bir bayan kendini garanti altına almadan, başka birisini bulmadan, erkek arkadaşını terk etmiyo.
Susano'o- Çevirmen
- Mesaj Sayısı : 1649
Yaş : 42
Nerden : Gongaga
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 30/07/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Aşk öyle gördüm beğendim ve direkt aşık oldum tarzı olursa... hani buna halk arasında sazan diyorlar, 4sprz'nin dediği olay sürekli kendini tekrarlamaya mahkum kalabilir, taaki şans eseri benzer modda birini buluıncaya kadar ki o ana kadar da eğer duygusal biriyseniz her gelen giden bir şeyler alıp götürmüş ve sizi yıpratmış olur. Bu yüzden aşkta da mantık aranmalıdır, tabi bunların hepsi eğer ciddiyseniz geçerli, macera arayanlar için zaten diyecek bir sözüm yok. Ancak bence en önemlisi bu tür duygular son derece korunmalı ve sıradan hale getirilmemelidir.
RoMe- Admin
- Mesaj Sayısı : 1523
Nerden : Ankara
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 06/06/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
“ İnsanlar sadece kişisel tatminleri için sevilmeyi beklerler.Gerçekte saf bir sevgi yoktur yüreklerinde.Sevginin temelinde çıkarcılık vardır.Sevgi, sadece avuntudur.Kişisel gelişime engeldir.”
Demiş Niçe. Aşk bir çıkar ilişkisidir. Tüm ilişkilerin amacı gibi. Belki de Niçe haklıdır...
AnTiOkSiDaN- Çevirmen
- Mesaj Sayısı : 394
Yaş : 33
Nerden : istanbul
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 10/01/09
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Bir ayrım yapmak gerek.Nietzsche'nin bahsettiği çıkarcı ve hasta insanların bağlılıklarıdır.Nietzsche,sevdiği kadın tarafından aşkı reddedilmiş,tüm hayatı boyunca çok büyük yalnızlık ve acı çekmiş bir filozof.Bu durumu onu sevgiyi ve aşkı inkar etmeye itmiş,çıkarcıların işi olduğunu düşünmesine ve bu yönde söylemlerinin olmasına neden olmuştur.Her biri bir savunma mekanizmasıdır bu sözlerin.AnTiOkSiDaN demiş ki:Demiş Niçe. Aşk bir çıkar ilişkisidir. Tüm ilişkilerin amacı gibi. Belki de Niçe haklıdır...“ İnsanlar sadece kişisel tatminleri için sevilmeyi beklerler.Gerçekte saf bir sevgi yoktur yüreklerinde.Sevginin temelinde çıkarcılık vardır.Sevgi, sadece avuntudur.Kişisel gelişime engeldir.”
Filozofların sözleri onların hayatlarını yansıtır.Anlaşılan Nietzsche,gerçek sevgiyi,saf sevgiyi asla bulamamış.(aile açısından da çok şanssız)
Sevgi dünyadaki en saf tek histir.Aşk ile de karıştırılmamalıdır.Nietzsche'nin bu söylediklerinin doğru olmadığını her insan -en azından ben- kendi yaşamına bakarak anlayabilir.Sevdiklerimize asla,ne çıkar sağlasam şundan(duygusal ve kişisel tatmin açısından) diye değil,onu/onları nasıl iyi etsem,sevdiğimi nasıl göstersem düşünceleriyle ve bunun verdiği şefkatle yaklaşırız.
Sevgi basitçe bir avuntu değildir,ruhun besinidir.Sevmek de sevilmek de.Her ikisi de insanın kişilik özelliklerini,duygu ve düşünce dünyasını,yaşama bakış açısını genişletir,olgunlaştırır.
Sevgi sözcüğünün arkasına sığınıp,Nietzsche'nin dediği gibi yapanlar,yani insanlara kişisel tatminleri için yaklaşan seviyesiz insanlar da yoktur demiyorum ancak onlar gibileri nedeniyle sevgi gibi temiz bir hissin karalanmasına karşıyım.
MetatroN- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 452
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 07/05/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
hmm, burada çıkar kelimesin; karşıdaki insana şefkat göstererek, "iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir baba, iyi bir ağabey, iyi bir dost" olma duygusu ile tatmin olmak anlamı da yüklenebilir mi acaba? birisine yardım etmekteki amaç salt karşıdaki insanı düşünmemizden midir, yoksa burada aldığımız övgü ve haz duygusu daha baskın mıdır? böyle düşünürsek herşeyi kendimiz için yapıyormuşuz fikri ortaya çıkar ki, bu da insanoğlunun genetiğinde olan bir şey olabilir diye düşünmeden edemiyorum. bu fikri reddetmek istiyorum, ama mantıklı bir şekilde reddetmeyi başaramıyorum. gerçekten de saf bir şekilde başkalarının iyiliğini düşünmek... bunun var olduğuna inanmak istiyorum.
Susano'o- Çevirmen
- Mesaj Sayısı : 1649
Yaş : 42
Nerden : Gongaga
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 30/07/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
kesinlikle var Mehmet, az da olsa, ve mutlaka her zaman da kalacaktır, zamanla daha da azalsa bile.
RoMe- Admin
- Mesaj Sayısı : 1523
Nerden : Ankara
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 06/06/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Aşk bir sudur iç iç kudur xDDD nyuuuu ^-^
Ownd- Isınan üye
- Mesaj Sayısı : 83
Yaş : 30
Nerden : Evden XD
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 13/08/09
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
böyle düşünenleri görmekten çok mutluluk duyuyorum var olduğuna inanıp, hayatı bu fikir doğrultusunda yaşadıktan sonra zaten karşımıza çıkacağına inanıyorum. tartışarak bir yere varmak mümkün değil, iş inançta bitiyor.
Susano'o- Çevirmen
- Mesaj Sayısı : 1649
Yaş : 42
Nerden : Gongaga
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 30/07/08
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
Doğru, Niçe ömrü boyunca migren ağrıları çekmiş, hayatı boyunca hasta yaşamış, hatta bu yüzünden ordudan ayrılmış bir kişi. Çektiği acıların onu "duyarsızlaştırmak" yerine güçlendirdiğine inanan bir kişi. Fakat
Bunlar benim fikirlerim. "Aa, bak Niçe böyle demiş o zaman böyle olmalı" durumu değil. Aşk ve sevgi bence diğer hislerden farkısz. Ama bizi "en kolay kandıran his" olduğu için her zaman en çok hoşumuza giden olur. Matrix gibi desek yalan olmaz. Zaten kimse de Matrix'in ne olduğunu açıklayamaz. Gidip görmeniz, ya da en azından filmi izlemeniz gerekir
Bu yazılana katılmıyorum. Niçe -hastalığının son dönemleri hariç- çok doğru saptamaları vardır ki insan duyunca rahatsız olur. Seviginin "çıkar ilişkisi" olup olmadığını insanlara sorsak bir çok kişi" hayır" diyecektir. Çünkü bir çok insan "sevgi ne güzel şey" diye büyüyüp yaşamış, hatta bu yolla aşık olmuştur. "Aşık olacağım, mutlu olacağım, sevdiğim -sözde sevdiği- yanımda olduğum sürece ölene kadar mutlu olacağım. Hatta ölünce cennette tekrar beraber olacağız" mantığı vardır Sevgi her insan için "en saf, en süper" şey değildir. {En azından benim için değil} Herkes çıkarlarını kollar. Aşık olmak bile bir çıkar ilişkisidir. Yalnız yaşamaktan korkanlar için birebirdir. Ya da bastıramadıkları duygularından kurtulmak için. Hatta sevgi "kirli çamaşırlarımızdan" kurtulmanın en kolay yolu.Nietzsche'nin bu söylediklerinin doğru olmadığını her insan -en azından ben- kendi yaşamına bakarak anlayabilir
Bunlar benim fikirlerim. "Aa, bak Niçe böyle demiş o zaman böyle olmalı" durumu değil. Aşk ve sevgi bence diğer hislerden farkısz. Ama bizi "en kolay kandıran his" olduğu için her zaman en çok hoşumuza giden olur. Matrix gibi desek yalan olmaz. Zaten kimse de Matrix'in ne olduğunu açıklayamaz. Gidip görmeniz, ya da en azından filmi izlemeniz gerekir
AnTiOkSiDaN- Çevirmen
- Mesaj Sayısı : 394
Yaş : 33
Nerden : istanbul
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 10/01/09
Geri: Aşk, Felsefe ve Reddedilmek
AnTiOkSiDaN demiş ki:Doğru, Niçe ömrü boyunca migren ağrıları çekmiş, hayatı boyunca hasta yaşamış, hatta bu yüzünden ordudan ayrılmış bir kişi. Çektiği acıların onu "duyarsızlaştırmak" yerine güçlendirdiğine inanan bir kişi. FakatBu yazılana katılmıyorum. Niçe -hastalığının son dönemleri hariç- çok doğru saptamaları vardır ki insan duyunca rahatsız olur. Seviginin "çıkar ilişkisi" olup olmadığını insanlara sorsak bir çok kişi" hayır" diyecektir. Çünkü bir çok insan "sevgi ne güzel şey" diye büyüyüp yaşamış, hatta bu yolla aşık olmuştur. "Aşık olacağım, mutlu olacağım, sevdiğim -sözde sevdiği- yanımda olduğum sürece ölene kadar mutlu olacağım. Hatta ölünce cennette tekrar beraber olacağız" mantığı vardır Sevgi her insan için "en saf, en süper" şey değildir. {En azından benim için değil} Herkes çıkarlarını kollar. Aşık olmak bile bir çıkar ilişkisidir. Yalnız yaşamaktan korkanlar için birebirdir. Ya da bastıramadıkları duygularından kurtulmak için. Hatta sevgi "kirli çamaşırlarımızdan" kurtulmanın en kolay yolu.Nietzsche'nin bu söylediklerinin doğru olmadığını her insan -en azından ben- kendi yaşamına bakarak anlayabilir
Bunlar benim fikirlerim. "Aa, bak Niçe böyle demiş o zaman böyle olmalı" durumu değil. Aşk ve sevgi bence diğer hislerden farkısz. Ama bizi "en kolay kandıran his" olduğu için her zaman en çok hoşumuza giden olur. Matrix gibi desek yalan olmaz. Zaten kimse de Matrix'in ne olduğunu açıklayamaz. Gidip görmeniz, ya da en azından filmi izlemeniz gerekir
Evet,bu sözümün doğru olmadığını şu anda anlamış bulunuyorum.Bundan önce yazdıklarımı tekrarlayacak değilim.Başka söze gerek duymuyorum artık.Herkesin düşüncelerine ve bu düşünceler ışığında seçtiği yaşama saygı gösterilmeli.Nietzsche'nin bu söylediklerinin doğru olmadığını her insan -en azından ben- kendi yaşamına bakarak anlayabilir.
Buna uygun olarak da kendi düşüncenizin karşısındaki düşünceyle ilgili yargılamalarda bulunurken bunu alaycı ve küçümseyici bir edayla yapmamanızı öneriyorum.
MetatroN- Süper Animeci
- Mesaj Sayısı : 452
Ruh Hali :
Kayıt tarihi : 07/05/08
AnimeManganTR :: KÜLTÜR-SANAT :: Felsefe
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz